Trabzon’dan Haykırışlar
Gazeteci Kemal Çuman önemli bir işe imza attı ve 1900’lü yılların başında Trabzon’da dünyaya gelen 46 büyüğümüzle yaptığı röportajları haykırışlar adıyla kitaplaştırdı.
Hayatı hep bugünkü gibi zannediyorsanız yanıldığınızı peşinen söyleyelim. Çok değil 50-60 sene önce Trabzon’da yaşayanların farklı bir dünyada yaşadıklarını ancak yaşı müsait olan büyüklerimizden dinledikçe veya eskiye ait hatıratları okuyunca anlayabiliyorsunuz. Hoş eskileri anlatacak yaşlılarımız da artık aramızdan ayrıldı sayılır. Kalanların da büyük çoğunluğu yaşlılığın amansız hastalıkları ile uğraştıklarını görüyoruz.
Gazeteci Kemal Çuman önemli bir işe imza attı ve 1900’lü yılların başında Trabzon’da dünyaya gelen seksen ve daha yüksek yaşlardaki 46 büyüğümüzle yaptığı röportajları Haykırışlar adıyla kitaplaştırdı. 527 sayfadan oluşan eser, 1930’lu 40’lı yıllarda çocuklukları Trabzon’da geçen ve büyük bir kısmı kitabı göremeden vefat eden insanların hayat hikâyelerindeki mazideki Trabzon’u gözler önüne seriyor.
Kitabın sayfa sayısı sizi korkutmasın. Zira Çuman eserinde Cumhuriyetin ilk elli yılında Trabzon’da daha çok köy hayatı hakkında bugün için bizleri hayretler içinde bırakan yaşam azim ve çilelerini son derece akıcı üslupla okuyucunun önüne seriyor. Biz de kitabı ilgi ile okuyarak Mazideki Trabzon sayfasının müdavimleri için kısa bir değerlendirme yapalım istedik.
BÜYÜK ÇOĞUNLUK KÖYLERDE YAŞIYORDU
Dikkatimizi ilk çeken husus, kitapta yer alan 80 ve üzeri yaşlarda olanların tamamının neredeyse köylerde dünyaya gelmiş ve bir köy yaşantılarının olmasıdır. Çünkü o yıllarda sadece Trabzon’da değil bütün şehirlerimizde insanların büyük bir çoğunluğu köylerde yaşamaktaydı. Köylerden şehre akın çok sonraları başlamış ve bugünkü gibi köyler sayfiye alanlarına dönmüş değildi.
Çocuk olur da nasıl oyun oynamaz? Çünkü vakitleri yok. Her gün küçük yaşta çocuğun onlarca büyük ve küçükbaş hayvanı otlatmak görevi vardı. Ailelerin tarlada bahçede en önemli yardımcıları çocuklardı. Köylerde maaşlı insan olmaz eğer üretmezseler yaşamaları mümkün değildi. Hoş ürettikleri neydi ki, mısır, fasulye, patates, tereyağı, peynir… Onlar da bir yıllık ihtiyaca yetmezdi. Peki fındık? O 1950’lerden sonra dikilmeye başlanmış. Sonra köylerde her evin en az 4-5 ineği olurdu diyorlar. Beşikdüzü Zemberek köyünde doğan Murat Cihan 1950 yılında 360 haneli köyümüzde bin 80 inek vardı diyor. Bugün koca köyde sadece 4-5 inek kaldığını söylüyor.
MISIR ÇOK ÖNEMLİYDİ
Kitapta hayat hikâyesi anlatılan merhum Alaattin Bahçekapılı’nın deyişi ile “Mısır yoksa açlıktan ölürdün. Tarlana mısır ekmiyorsan veya az mısırın oluyorsa aç gezmek zorundaydın.” Bugün mısırın hayatımızdaki yeri hafta sonları ara sıra nostalji olsun diye yapılan kuymaktan başka nedir ki. Hadi bir de haşlanmış mısır diyelim.
O yıllarda yaşayanların en önemli derdi açlık, yokluk. Bugün envaı çeşitte donattığımız kahvaltı masalarımızda yemek beğenmeyen çocuklarımızı görünce yokluktan aç yattığını, aç gezdiğini öğrendiğimiz ecdadımıza acıyoruz.
Şimdi kapının önünde servise mırın kırın binen çocuklarımızın yanında, geçmişteki çocukların 5-10 km mesafedeki okula yaz kış, yağmur çamur yürüyerek gitmeleri, üstelik ayaklarında el yapımı çarıklarla yürümeleri kitapta yer alan yaşlılarımızın ortak anlatımı.
Sonra bugün asla anlayamayacağımız bir yaşam standardı da “iki odalı evde evli dört-beş kardeşin eşleri ve çocuklarıyla birlikte yaşamasının” vakayı adiyeden olması bizi hayret içerisinde bırakıyor. Ancak tüm yaşlıların ortak anlattığı “kalabalıktık ancak hiçbir sıkıntı yaşamadık” sözü dikkatimizi çekiyor. Anne baba ve iki çocuğumuzla 4 odalı evlere sığamayan bizlerin bunu hayal dahi etmesi mümkün değil.
Kitapta yer alan piri fanilerin ortak bahsettiği bir husus da o yıllarda komşuluğun, yardımlaşmanın ve paylaşmanın bugünle mukayese edilemeyecek derece yüksek oluşudur. Kitapta örneği verilen evi yanan kişiye 200 kişinin yardıma gelerek yeni ev yapılması bunun en güzel örneği. “Komşular arasında para asla mevzubahis olmazdı” sözü neredeyse herkesin ortak sözü. Hatta “Komşuluk aile içinde bir yaşam gibiydi.”
KADIN OLMANIN ZORLUĞU
Kitapta çoğunlukla erkekler konuşturulmuş olsa da her kesin üzerinde durduğu nokta o dönemde kadın olmanın zorluğudur. Bütün iş onların sırtındadır. 10 kilometre mesafeden ormana gidip hayvanların altına serecek yaprak toplamak, odun taşımak, tarlada bahçede çalışmak, tüm evin yükünü sırtlanmak, aynı evi kaynanasıyla kayınpederiyle kayınbiraderleriyle ve onların çocukları ile paylaşmak…
Kitapta yer alan nenelerimizden İfakat Karagöz’ün “15 kişi aynı odada yatıyorduk. Ancak 56 yıl hiçbir tartışmamız olmadı” sözünü nasıl yorumlayalım, nasıl anlayalım. “10 km uzaktan sırtımda odun taşıdım. Bizim çektiklerimizi Allah kimseye yaşatmasın” diyen İfakat teyzenin hatıralarını hüzün duymadan nasıl okuyalım. Sırtında seksen kilo yükle altı saatte yaylaya çıkan ve şu an aramızda bulunmayan Fatma Ayşe teyzenin hikâyesini hüzün duymadan nasıl dinleyelim.
KÖY ÖĞRETMENLERİ VE FEDAKARLIKLARI
O yıllarda daha rahat yaşayanların memur ailelerinin olduğunu öğreniyoruz. Ancak onların da çocukluklarında aynı çileler var. Hele köy öğretmenleri. Kitapta ortak konulardan birisi de o yıllarda ki köy öğretmenlerinin fedakârlıkları. Yaşlılar ilkokul öğretmenlerini unutamıyorlar. Onların bu aç sefil çocukların hayatlarına nasıl dokunduklarının onlarca hikâyesi kitapta var. Bir de yaşlıların ortak söylemi, o günler ilkokulda daha çok bilgi verildiği noktasındadır. “Bizim ilkokulda öğrendiklerimizi üniversitede öğretmiyorlar” diyorlar.
Sözü daha fazla uzatmayalım. Eline emeğine sağlık Kemal Çuman, bir dönemin yaşanmışlıklarını ölümsüz hale getirdin diyerek bitirelim.