MESCİD-İ AKSA VE FİLİSTİN SORUNU ANCAK İSLAM KİMLİĞİ KUŞANMAKLA ÇÖZÜLÜR

featured
service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

MESCİD-İ AKSÂ VE FİLİSTİN SORUNU ANCAK İSLAMÎ KİMLİĞİ KUŞANMAKLA ÇÖZÜLÜR

“Hem size ne oldu ki, Allah yolunda, çaresiz bırakılan erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda (O’nun rızâsı için) savaşmıyorsunuz?…” (Nisâ: 75.)

 

Bu yazıyı paylaş4424 Defa Okundu

“Hem size ne oldu ki, Allah yolunda, çaresiz bırakılan erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda (O’nun rızâsı için) savaşmıyorsunuz?…” (Nisâ: 75.)

Sıcak gündem “Filistin” sebebiyle Bahâîlikle ilgili yazılarımıza bir kere daha ara vermek zorunda kaldık…

7 Ekim 2023 tarihinde Hamas’ın İsrail sınırını aşması ve roket atışlarıyla başlayan Hamas – İsrail savaşı çok vahim boyutlara ulaştı.

Dünyanın gözü önünde bir katliam yapılıyor; İsrail Gazze’de kadın, çocuk, ihtiyar demeden binlerce insanı öldürüyor. İki milyarlık İslam âlemi de eli kolu bağlıymış gibi bu vahameti seyrediyor.

Bu yazımızda, bütün şiddetiyle devam eden ve bölgeye sıçrayarak daha da büyümesinden endişe edilen bu süreci çeşitli yönleriyle tahlil etmeye çalışacağız.

I- ADINA “SAVAŞ” DENEN BU ÇATIŞMADA ORANTISIZ GÜÇ KULLANILMAKTADIR

1- Bu Katliama “Savaş” Demek Ne Kadar Doğrudur?

Esasen Gazze’de olup bitenler, “savaş” tanımlamasına pek uymuyor. Zira İsrail Gazze’de orantısız güç kullanarak büyük bir katliama imza atıyor. Ne var ki biz de ister istemez genel kullanıma uyarak bu sürece “savaş” demek durumundayız.

Her ne kadar bu savaşın başlama sebebi Hamas’ın İsrail’e yaptığı saldırı gibi görünse de, asıl sebep bu değildir. Asıl sebep, İsrail’in yaklaşık seksen yıldır Gazze ve Filistin halkına uyguladığı bitip tükenmek bilmeyen baskı, zulüm, katliam ve işgal teşebbüsleridir. Evet, İsrail hiçbir hak hukuk tanımamakta, en temel insan haklarını ve uluslararası hukuku da hiçe saymaktadır.

Hamas’ın saldırısı, bütün bu zulümlerin tahammül edilemez bir raddeye gelmesi üzerine, çaresizlikle ortaya konan bir tepki olarak değerlendirilmelidir.

İsrail’in Hamas’a verdiği karşılık ise, Gazze’nin elektrik ve suyunun kesilmesine, şehre yardım girişlerinin yasaklanmasına, yerleşik Müslüman halkın yurtlarından zorla çıkarılmasına, üstlerine ardı arkası kesilmeyen bombalar yağdırılmasına ve hatta savaş suçu sayılan beyaz fosfor bombasının kullanılmasına kadar, hiçbir sınır tanımayan ve tam da “soykırım” manası taşıyan bir şiddette olmuştur.

Dünya kamuoyunun bütün bunlara seyirci kalması ve dahası İsrail’e birçok yönden destek verilmesi, insan hakları ve uluslararası hukuk adına çok endişe vericidir.

2- HAMAS’ın Söz Konusu Saldırısının Değerlendirilmesi

Bir asra yakın bir süredir kendi topraklarında zulmün her çeşidine maruz kalan bir toplum adına Hamas’ın İsrail’e olan bu saldırısının, neticesini esas alarak ilmî anlamda değerlendirilmesinin lüzumlu olduğuna inanıyoruz.

Bir meselede haklı olmak elbette önemlidir. Ama haklılık, hedeflenen umumi fayda açısından her zaman yeterli olmayabilir.

Hamas’ın İsrail’e saldırırken meseleyi enine boyuna, faydası ve sonuçlarıyla isabetli bir şekilde hesap ettiği kanaatinde değiliz. Yaklaşık seksen yıl gibi uzun bir müddet içinde hep saldırılan mazlum taraf olmuş ve bu haliyle dünya kamuoyunda haklı bir konuma oturmuş iken; bu son hadisede saldırıyı kendisinin başlatması tenkitlere ve Hamas’a -haksız bir niteleme olarak- “terör örgütü” diyenlerin sayısının çoğalmasına sebep olmuştur. Elbette ki Hamas sabır taşı değildir. Bunca saldırı karşısında sabrın da bir sınırı vardır. Bu cihetle bu saldırı bir nefsi müdafaa olarak görülmelidir. Ama uluslararası medyanın ve İsrail’i destekleyen çevrelerin propagandalarıyla, bu saldırının bir “terör eylemi” şeklinde yorumlanacağı ve bu söylemin meseleyi iyi tahlil edemeyen çevrelerde kabul göreceği hesaba katılmalıydı.

Keza İsrail’in, bunun bedelini Gazze’deki iki buçuk milyon masum Müslümana ödetmeye kalkacağı ve bu Müslümanların bununla baş edebilecek güçte olmadığı da düşünülmeliydi. Ama ne yazık ki gelinen süreçte Gazze halkı topraklarından çıkarılma ve hatta yok olma tehlikesiyle karşı karşıya bırakılmıştır.

Ayrıca Hamas’ın bu işe tek başına kalkışmış olması üzerinde de durulmalıdır.

Eğer, Filistin’in asıl büyük gücü Batı Şeria’daki Fetih Örgütü ve diğer örgütler de dâhil olmak üzere bütün Filistin ittifak ederek; hatta İslam ülkelerinin de desteği alınarak böyle bir harekete girişilmiş olsaydı, Gazze halkı bu büyük vahametle karşı karşıya kalmayabilirdi.

Esasen bu, herkesin üzerinde kendi keyfince ileri geri yorum yapabileceği ya da kendi tercihine göre harekete geçebileceği bir saha değil, İslam Hukukunca fetvaya bağlanmış bir cevaz meselesidir.

Mesela Ömer Nasuhi Bilmen’in Hukuk-ı İslamiye ve Istılahat-ı Fıkhiyye Kamusunda cihad için lüzumlu üç şart sayılmakta ve üçüncü şart şöyle ifade edilmektedir:

“Müslümanlarda cihada kâfi şevket ve kudret bulunmalıdır. Binaenaleyh harp için kâfi derecede kuvvet ve şevket olduğu zannedilmezse muharebeye teşebbüs caiz olmaz. Çünkü bu takdirde kendi nefislerini tehlikeye atmış olurlar. (Hindiyye)” (Bkz. c. 3, s. 358.)

Gazze’de yaşananlar bu fetvadaki isabeti nasıl da gözler önüne sermektedir.

Öte yandan Hamas’ın kullandığı roketlerden bir kısmının İran yapımı olması, bu harekete İran’ın teşvikiyle kalkıştığı izlenimi vermektedir. Nitekim kamuoyuna büyük oranda bu görüş hâkimdir. Bununla birlikte İran fiilen çatışmaların dışında kalmış ve kendi güdümünde bulunan Lübnan Hizbullah’ını bile Hamas’a destek vermek için devreye sokmamıştır. Bu, İran’ın tarih boyunca Sünni İslam’a karşı uyguladığı takiyye politikasının bir tezahürü olarak değerlendirilmelidir.

Gönlümüz, aklımız ve bütün varlığımızla, gücümüz nereye kadar yeterse, kendilerini desteklemekle beraber, Hamas’ın, kalkıştığı bu işin muhtemel sonuçlarını iyi tahlil edemediği yönündeki bu eleştiriyi yapmak, Filistin adına, ümmet adına ve de bundan sonraki hareketlerde bize tecrübe kazandırması ve yol göstermesi açısından gerekli ve önemlidir.

II- GAZZE OLAYININ KAMUOYUNDAKİ YANSIMASI

Hamas’ın saldırısını bahane eden İsrail yanlıları, ölen Yahudiler için koro halinde ağıtlar yakmakta ve mağduriyet edebiyatı yapmaktadırlar. Bunlar bir yana, suret-i haktan görünenler içinde, 1. Dünya Savaşında güya Arapların Osmanlıyı arkadan vurmaları, Filistinlilerin topraklarını Yahudilere satmaları gibi argümanları kullanarak; Hamas, Filistin, Kudüs, Mescid-i Aksâ aleyhtarlığı yapanlar da epey artmış görünmektedir.

Bu iddiaları ortaya atan veya seslendirenlerin, yeterli tarih bilgisine sahip olmadıkları, propaganda rüzgârları hangi yönden estiriliyorsa ona kapıldıkları anlaşılmaktadır.

Osmanlıyı arkadan vuran Filistinliler yahut Müslüman Araplar değil, o günlerde İngilizlerle işbirliği yapan, fakat Müslüman toplumun önünde görünen bir avuç “satılmış ”tır.

Toprak satmaya gelince, bu da asılsız bir iddiadır. İsrail’in gasbettiği toprakları onlara İngilizler hazırlamıştır. Filistin topraklarının elimizden çıkıp İngiliz hâkimiyetine girdiği 1917 yılından, İngilizlerin bölgeyi terk etiği 1947 yılına kadar, Filistinliler İngilizlerin baskı, tehdit ve entrikaları ile yerlerinden edilmiş; dünyanın çeşitli yerlerinden getirilen Yahudiler, Filistinlilerin topraklarına yerleştirilmiştir. Bu gerçeği şuradan da anlamak mümkündür ki, Filistin’de 1917’de 60 bin olan Yahudi nüfusu, 1947’de 650 bine ulaşmış, yani otuz yılda on kattan fazla artmıştır.

Bununla beraber az da olsa Filistinlilerin Yahudilere toprak sattığı da doğrudur. Ama bunun oranı araştırmacıların ifadesiyle on binde birdir. Bu da hiçbir şekilde Filistin bölgesindeki İsrail hâkimiyetinin asıl sebebi olarak gösterilemez. Burada tarih boyunca hep tekerrür eden İngiliz – Yahudi işbirliğine önemle dikkat çekelim.

Gerçekleri bilmeden tarih hakkında ileri geri konuşmak, kişiye hem dünyada hem ahirette mahcubiyetine sebep olacak büyük bir vebal yüklemektedir.

Filistinlilere böyle asılsız tenkitler yönelten çevreler bu tutumlarıyla dolaylı da olsa İsrail safına destek verirken, Müslüman oldukları halde, Gazze ve Filistin’deki insan hakkı ihlallerini ve Mescid-i Aksâ’ya yapılan saldırıları görmezlikten gelmektedirler.

Hayret! Hamas’ın İsrail’e saldırısını bahane edenler, seksen yıl boyunca İsrail’in yaptığı sivil katliamını nasıl birden bire unutmuşlardır?

Savaş er meydanıdır. Savaşın hukuku vardır. Savaşta sivillere, masumlara dokunulmaz. İnsan hakları ve hukuku ihlal edilmez. Bu ihlalleri seksen yıl boyunca yapan İsrail, nasıl oldu da Hamas’ın bir ihlali sebebiyle temize çıkmış oldu? Hayret ki ne hayret!

Burada bütün dünyanın, aklı başında olan bütün insanların tepki göstermesi gereken husus şudur:

Filistin bir İslam toprağı olarak Filistinlilere aittir. İsrail’in güç kullanarak Filistinlilerin topraklarını işgal etmesi, sonra da bu işgale karşı çıkan toprak sahiplerini terörist ilan etmesi hangi kitapta yazıyor? Bunu hangi mantık, hangi hukuk onaylıyor?

Müslüman Türk kamuoyu geçmişte olduğu gibi bugün de bu davada Filistinlilerin yüzde yüz haklı olduğunu teslim etmeli ve bu haksızlığa tepki göstermeye devam etmelidir. Birtakım yanlış sebep ve bahanelere kapılarak zulme ve haksızlığa destek vermemelidir.

 

III- HAMAS – İSRAİL ÇATIŞMASINDA TARAFLAR VE DESTEKÇİLERİ

Bu çatışmada tarafların dünya genelindeki destekçilerini bilmek, konunun daha iyi anlaşılmasına yardımcı olacaktır.

1- İsrail’e Destek Verenler

Olayın patlak vermesinden hemen sonra İsrail’i destekleyenlerin içinde ABD başı çekmiştir. ABD Başkanı Joe Biden, “Kaya gibi İsrail’in yanında duracağız ve her türlü desteği vereceğiz” açıklamasını yapmıştır. İşi sözde bırakmamış, uçak gemilerini İsrail sahillerine göndermiş ve kargo uçaklarıyla da silah mühimmat yardımı yapmıştır. Bu da yetmemiş, Savunma ve Dışişleri Bakanlarını göndermiştir, Dışişleri Bakanı Antony Blinken, İsrail Başbakanı Netanyahu ile görüşmesi esnasında şöyle demiştir: “Ben buraya ABD Dış İşleri Bakanı olarak geldiğim gibi, bir Yahudi olarak da geldim. Bir yere gitmiyorum, buradayım.”

ABD’nin İsrail’e olan bu desteği, fiilen onun yanında yer alması anlamına gelmektedir. Yani bu durumda Hamas’ın karşı cephesinde sadece İsrail değil, bir devlet bütünlüğüyle ABD’de de var demektir.

ABD’nin İsrail’e olan siyasi, ekonomik ve askerî bu desteği, dünyanın nasıl bir zulüm cenderesine sürüklendiğinin açık delilidir. Yeni Dünya Düzeninde, dünyanın jandarmalığına soyunmuş olan ABD’nin, kamuoyu tepkisini hiçe sayarak zulme verdiği bu destek bütün dünyada büyük ölçüde nefrete sebep olurken, İsrail için en büyük teminat anlamı taşımaktadır.

İsrail’e ABD’den sonraki destek de İngiltere ve AB ülkelerinden (Fransa, Almanya ve İtalya’dan) gelmiştir.

Netice olarak dünyada siyasi, ekonomik ve askerî gücü büyük ölçüde elinde bulunduran batılı Hıristiyan güçler, açıkça İsrail’in yanında yer almışlardır.

Batının İsrail’e Olan Bu Desteği Nasıl Okunmalıdır?

İsrail’e olan bu çok yönlü destek, ABD’deki İkiz Kuleler hadisesinden sonra, başta Afganistan ve Irak olmak üzere, İslam dünyasına yöneltilen ve eski ABD Başkanı Bush’un “Seksen yıl sürebilir” dediği “Haçlı Seferi” izlenimi vermektedir.

Hatta buna “Haçlı Seferi” yerine, söz konusu desteğin Siyonist Yahudilere verilmesi dolayısıyla “Haçlı – Siyonist İttifakı” demek daha doğru olacaktır.

O sebeple burada meselenin sadece “Gazze” olduğunu düşünmek ve söylemek noksan olup, hadisenin bütününü izaha yetmemektedir.

Hayır, hedefte sadece Gazze yoktur; hedef başta Türkiye olmak üzere bütün İslam dünyasıdır. Bu tespitimiz ne felaket tellallığı ne de mübalağadır; gerçeğin ta kendisidir. Müslüman, basiret ve feraset sahibidir. Eldeki delillerden, takınılan tavırlardan geleceği okumasını bilir. Böyle bir okuma, bize, bölgede her yönden, özellikle de savunma sanayi yönünden öne çıkan, Akdeniz’de, Kafkaslarda, Balkanlarda, Ortadoğu’da söz sahibi olma yolunda kayda değer adımlar atan Türkiye’nin de hedefte olduğunu göstermektedir.

Türkiye her ne kadar son zamanlarda siyasi, askeri ve kültürel açılardan ABD ve AB ile uyum içinde bir politika takip ediyorsa da, batı ve İsrail, Türkiye’deki Müslüman halkın taşıdığı İslâmî potansiyeli dikkate alarak hareket etmektedir. Bu konuda söz uzundur, ayrı makaleler yazılsa yeridir.

Türkiye’nin neden hedef seçildiği sorusunun cevabını biraz da onun jeo-stratejik ve jeo-politik konumunda ve tarihî misyonunda aramak icap eder.

Kastettiğimiz şudur: Batının “şark meselesi” aslında bitmemiştir. Türkiye’nin bölünüp parçalanması, topraklarının kendi aralarında paylaşılması hayali onların dimağlarında hala taptazedir.

Ayrıca Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğu Bölgesinin “arz-ı mev’ud”u içinde yer alması dolayısıyla, İsrail’in de ülkemiz ve topraklarımız üzerinde hesabı vardır.

Evet, resme bu perspektiften bakmak zaruri ve şarttır.

Türkiye’nin başına bela edilen PKK ve FETÖ gibi terör örgütleri, hep bahsettiğimiz bu emel ve hesaplar içindir.

Söz konusu Haçlı – Siyonist İttifakına imkân ve zemin hazırlayan en önemli etken, ABD’deki Evangelizm mezhebine -kökleri daha eskiye dayansa da- son iki yüzyıl içinde Yahudi eliyle ivme kazandırılmış olmasıdır. Öyle ki bu mezheple Hristiyanlığın Yahudi karşıtı tutumu ve onlara karşı beslediği tarih boyunca süregelen husumet büyük ölçüde bertaraf edilmiş, dahası “Yahudi yanlısı” bir tutum geliştirilmiştir. Wikipedia’ya göre 2016 verileri itibariyle dünyadaki her dört Hristiyan’dan birinin Evengelist olması, Yahudilerin bu yöndeki başarısını(!) göstermesi açısından son derece ibretliktir.

Tarih boyunca Hıristiyan ve Yahudiler arasında süregelen çatışmalar (mesela 1290’da İngiltere’deki Yahudilerin İspanya ve Portekiz’e sürülüp, 1492’de oralardan da çıkarılmaları; keza yakın tarihte Hitlerin / Nazilerin Yahudilere tatbik etmiş olduğu soykırım), Evangelizm’in ivme kazanmasıyla ittifaka dönüşmüş ve bu ittifak özellikle Soğuk Harp Döneminin sona ermesinden sonra, “Güney Kuşak” veya “Yeşil Kuşak” denen İslam’ı hedef tahtasına oturtmuştur.

Bu arka planı bilmeden Gazze olayı sebebiyle ABD ve batılı güçlerin İsrail’le hiç vakit kaybetmeden aynı safta birleşmelerini doğru anlamlandırmak mümkün olmaz.

Onun için bir kere daha söyleyelim; görünüşte sorun evet, “Gazze, Filistin sorunu” dur; ama bundan ibaret değildir. Hedef ve maksat anlattığımız gibi çok daha büyüktür.

Bu hedef doğrultusunda, batının Filistin’in şahsında nasıl İslam’a nefrete yöneldiğini anlamak için basit bir örnek verelim:

Gazze olayının patlak vermesinden sonra, Almanya ve Fransa’daki okullarda Filistin’i hatırlatan sembol, renk, söz, resim, giysi vs. kullanmak yasaklanmıştır.

Hâlbuki Filistin seksen yıldan beri zorla işgal edilen toprakları üzerinde mağdurdur ve hakkını aramaktadır. Ne var ki bu mağduriyet ve masumiyet batı için bir mana taşımamaktadır.

AB’nin başta gelen üç önemli ülkesinden ikisi olan Almanya ve Fransa’nın, Filistin’in şahsında ortaya koymuş olduğu bu tepki, esasen lisan-ı haliyle yukarıda bahsettiğimiz durumun bir sinyali mesabesindedir.

Evet, Gazze olayı münasebetiyle İsrail’e destek meyanında ABD ve batılı güçlerin ortaya koydukları bu tavır, bize Irak’ın işgalindeki koalisyon güçlerini hatırlatmaktadır.

Bütün bu sebeplerle başta Ortadoğu’dakiler olmak üzere, bütün İslam ülkeleri ve bu ülkelerin öncü / abi saydığı Türkiye, takip edeceği politikaları, bahsettiğimiz bu büyük plan ve hedefleri göz önünde bulundurarak belirlemek zorundadır.

Konu edindiğimiz bu büyük şer koalisyonu, bize “Küfür tek bir millettir” prensibinin ne kadar yerinde ve isabetli olduğunu bir kere daha göstermektedir.

Gönül, bu manzara karşısında iki milyarlık İslam dünyasının da “İslam tek millettir” ilkesi çerçevesinde bir araya gelmesini ve ayetteki benzetmeyle “kenetlenmiş binalar gibi” (Saff: 4) olmasını arzu ederdi…

2- Hamas’a Destek Verenler

Hamas’a ilk açık destek İran’dan, hemen arkasından da yine İran destekli Şii Irak iktidarından gelmiştir. Ne var ki İran’ın bu desteği fiilî bir destek değildir. Öyle ki o, Lübnan’daki kendi güdümündeki Hizbullah hareketini bile Hamas’a destek vermesi için teşvik etmemiştir. Böylece de Hamas’a ve Filistin davasına destekte ne derece samimi olduğu(!) ortaya çıkmıştır.

ABD ve batının İsrail’e açık ve net desteğine mukabil; Türkiye, Filistin davasına önceden vermiş olduğu desteği sürdürmekle birlikte, arabuluculuk teklifi ve insani yardım dışında somut herhangi bir katkıda bulunamamıştır.

Bunun dışında bazı İslam ülkelerinden Hamas’a destek, İsrail’i tel’in mesajları gelmişse de, bunların hiçbiri derde deva olacak müşahhas bir yardıma dönüşememiştir. Bu durum Hamas’ın dünya kamuoyunda yalnız kaldığını, İslam ülkelerinin desteğini arkasına alamadığını göstermektedir ki bu da yukarıdaki söz konusu saldırının sonucunu iyi hesap edilemediği şeklindeki yorumumuzun ne kadar yerinde olduğunu göstermektedir.

Hamas’a asıl desteğin, iki milyarlık İslam dünyasının gönülden dualarının olduğunda şüphe yoktur. Şüphesiz ki gönülden gelen bu dualar çok önemlidir. Çünkü her şey Allah’ın elindedir ve dua da her şeyi yaratan, her şeyin sahibi olan Cenâb-ı Hakkın takdirine müracaat etmek, ondan yardım dilemek anlamına gelir. “Duanız olmasa Rabbim size ne diye değer versin!…” (Furkan: 77) mealindeki ayet-i kerime duanın önemini anlatmak için kâfidir.

Ama kavlî / sözlü dua, duanın bir boyutudur. Diğer boyutta da “fiilî dua” vardır. Fiilî dua Gazze’deki Müslümanlara -maddi manevi, her neye ihtiyaçları var ise- gerekli desteği bir bütün halinde vermeyi icap ettirir. Zafere giden yol, Sünnetullah gereği, “kavlî ve fiilî duanın birleşmesinden” geçer.

Zaten sorun da, fiilî dua dediğimiz bu yardımın devrede olmayışıdır.

Gelecek yazımızda bu meselenin itikâdî, fıkhî ve ahlâkî yönünü ve de Allah’ın İslam ümmetine yüklemiş olduğu mesuliyeti anlatmaya çalışacağız.

 

0
mutlu
Mutlu
0
_zg_n
Üzgün
0
sinirli
Sinirli
0
_a_rm_
Şaşırmış
0
vir_sl_
Virüslü
MESCİD-İ AKSA VE FİLİSTİN SORUNU ANCAK İSLAM KİMLİĞİ KUŞANMAKLA ÇÖZÜLÜR

Tamamen Ücretsiz Olarak Bültenimize Abone Olabilirsin

Yeni haberlerden haberdar olmak için fırsatı kaçırma ve ücretsiz e-posta aboneliğini hemen başlat.
Giriş Yap

Avrasya Haber ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!

Bizi Takip Edin