BÜTÜN ZAMAN VE MEKÂNLARI İHATA EDEN KUR’ÂNÎ KAVRAMLAR – 5

featured
service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

BÜTÜN ZAMAN VE MEKÂNLARI İHATA EDEN KUR’ÂNÎ KAVRAMLAR – 5

“… O, Allah’ın Rasûlü ve nebîlerin sonuncusudur. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir.” (Ahzab: 40.) 11- “HÂTEME’N- NEBİYYÎN” Hz. Muhammed Efendimizin (s.a.v.) peygamberler içindeki farklı konumu, taşıdığı sıfatlar ve verdiği mesajlar da İslam’ın kıyamete kadar baki / geçerli olacağını ve dini tahrif / bozma faaliyetlerinin asla muvaffak olamayacağını, bu çerçevede tarihselcilik fitnesinin de İslam’a asla zarar veremeyeceğini ispat etmektedir.

“… O, Allah’ın Rasûlü ve nebîlerin sonuncusudur. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir.” (Ahzab: 40.)

11- “HÂTEME’N- NEBİYYÎN”

Hz. Muhammed Efendimizin (s.a.v.) peygamberler içindeki farklı konumu, taşıdığı sıfatlar ve verdiği mesajlar da İslam’ın kıyamete kadar baki / geçerli olacağını ve dini tahrif / bozma faaliyetlerinin asla muvaffak olamayacağını, bu çerçevede tarihselcilik fitnesinin de İslam’a asla zarar veremeyeceğini ispat etmektedir.

Bu sebeple tarihselciliği gündem ettiğimiz yazılarımızın sonuncusunu, Hz. Peygamberin (s.a.v.) konumu itibariyle de tarihselciliğin geçerli olamayacağı hususuna ayırdık.

Allahü Teâlâ’nın insanlara mesajını vahiyle iletmesinin peygamberler yoluyla olduğu bilinen bir gerçektir. Bütün peygamberler içinde en efdal, en faziletli peygamberin Hz. Muhammed (s.a.v.) olduğu da bilinmektedir. Nitekim bunu bir önceki yazımızda da ifade etmiştik.

Peygamberlerin hepsi de peygamberlik rütbesiyle Allah tarafından taltif edildikleri halde, aralarında efdaliyet / derece farkı olduğu Kur’ân’la sabittir. (Bakara: 253.)

“Meşhur olan görüşe göre ülü’l-azm peygamberler (Ahkaf: 35) olarak bilinen beş peygamber (Hz. Muhammed, Hz. İbrahim, Hz. Musa, Hz. İsa ve Hz. Nuh) diğerlerine göre daha faziletlidir. (İbn Kesir, Tefsir VII, 305.) Nitekim İmam Mâtürîdî ‘Hani biz peygamberlerden söz almıştık. Senden, Nuh’tan, İbrahim’den, Musa’dan ve Meryem oğlu İsa’dan da… Biz onlardan çok sağlam bir söz aldık.” mealindeki ayette bu isimlerin ayrı olarak zikredilmesinin, ülü’l-azm ifadesinin onlara tahsis edilmesini mümkün kıldığını belirtmiştir. (Maturudi, Tevilat IV, 102.)”[1]

Esasen Hz. Muhammed’in (s.a.v.) geleceği, önceki kitaplarda da bildirilmesi dolayısıyla ehl-i kitap tarafından biliniyordu. Ama onlar kibir, taassup ve hasetleri sebebiyle onun peygamberliğini -hak olduğunu bile bile- kabul etmemişlerdir. Cenâb-ı Hak bu gerçeği Kur’ân’da haber verir:

“Kendilerine kitap verdiklerimiz, onu (Peygamberi) kendi öz oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Kendilerini ziyana sokanlar var ya, işte onlar inanmazlar.” (En’am: 20.)

Hz. Muhammed’in (s.a.v.) geleceğinin önceki kitaplarda (Tevrat ve İncil’de) yazılı olduğunu bize Kur’ân haber vermektedir.

“Tevrat ve İncil’de peygamberimizin nübüvvetine delalet eden pek çok ayet bulunduğundan, ehl-i kitap böyle bir peygamberin zuhurunu bekliyordu. Nitekim ayette “O kimseler ki ümmi peygambere tâbi olurlar ki onun ismi ve vasıflarını Tevrat ve İncil’de yazılı bulurlar.” (A’râf: 157.) buyrulmaktadır. Fakat onlar, Tevrat ve İncil’de bu konuda var olan ayetleri çıkarmak, tahrif etmek suretiyle Hz. Muhammed’i inkâr ettiler. Peygamberimizin mucizelerini görünce onun ahir zaman peygamberi olduğunu çoğu anladı, ancak kabul etmedi.”[2]

Hz. Muhammed’in (s.a.v.) ismini Tevrat ve İncil’den çıkarmaya yönelik bütün gayret ve faaliyetlere rağmen, yine de geride alamet ve deliller kalmıştır:

“İncil’de geçen ‘faraklit’ kelimesi Yunancada ‘periklotos’ manasına gelmekte olup, bu da Arapçada ‘Ahmed’ demektir. Kur’ân-ı Kerim’de bu isim kullanılarak şöyle buyrulur: “Hatırla ki, Meryem oğlu İsa ‘Ey İsrailoğulları! Ben size Allah’ın elçisiyim, benden önce gelen Tevrat’ı doğrulayıcı ve benden sonra gelecek Ahmed isimli peygamberi de müjdeleyici olarak gönderildim.’ (Saff: 6.)”[3]

Hz. Muhammed’in (s.a.v.) Efdaliyeti

Rasûlüllah Efendimizin (s.a.v.) mahlûkatın en şereflisi ve faziletlisi olduğu noktasında İslam âlimleri ittifak halindedir. (Bak: Teftazanî, Şerhü’l- mekâsid V, 45.)

Hz. Peygamberin (s.a.v.) fazileti hakkında pek çok delil mevcuttur; konuyla ilgili ayetlerden birkaçını mealen aktaralım:

“(Ey Muhammed!) Seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.” (Enbiya: 107.)

“O (Allah), müşrikler hoşlanmasalar da (kendi) dinini bütün dinlere üstün kılmak için Rasûlünü hidayet ve Hak Din ile gönderendir.” (Tevbe: 33.)

“Şânım hakkı için size kendinizden öyle bir Peygamber gelmiştir ki, son derece izzetlidir, sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün, müminlere karşı çok şefkatlidir, merhametlidir.” (Tevbe: 128)

“Şüphesiz ki Allah ve melekleri, Peygamber’e çokça salât ederler. Ey mü’minler! Siz de O’na çokça salavât getirin ve tam bir teslimiyetle selâm verin!” (Ahzâb: 56)

Muteber tefsirlerden araştırılması halinde, bu ayetlerin Hz. Peygamberin (s.a.v.) fazilet ve şerefine nasıl delalet ettiği görülecektir. Okuyucularımıza böyle bir çalışmayı tavsiye ederiz.

Hz. Muhammed’in (s.a.v.) Konumuz Açısından Önemli Üç Vasfı

Enbiya içinde en şerefli ve faziletli konumda olması dolayısıyla Hz. Muhammed’in (s.a.v.) pek çok hususiyeti mevcuttur. Bunlardan özellikle üçü konumuzla yakından alakalıdır:

– Son peygamber oluşu,

– Cihanşümul peygamber oluşu,

– İnsanlara ve cinlere gönderilen bir peygamber oluşu.

Şimdi bunlara kısaca bakalım:

– Hz. Muhammed (s.a.v.) Son Peygamber / Hâteme’n- Nebiyyîn’dir

İslam’ın son ve en mükemmel din olması, tabii olarak bu dini tebliğ eden Hz. Peygamberin de (s.a.v.) son peygamber olmasını gerektirir. Kur’ân-ı Kerim’de “…O Allah’ın Rasûlü ve peygamberlerin sonuncusudur” (Ahzab: 40.) buyrulmaktadır.

Onun son peygamber olması, ondan sonra herhangi bir peygamberin gelmeyecek olması, onun şeriatının kıyamete kadar devam edeceği anlamına gelir. Tabiatıyla onun ümmeti de son, en büyük ve en kalabalık ümmet olacaktır ki, bu da diğer peygamberlere nasip olmayan büyük bir mazhariyettir.

Bu âlemden göçmüş olsa da, Hz. Peygamberin (s.a.v.) ümmetiyle manevi irtibatı devam etmektedir ve kıyamete kadar da devam edecektir.

“Her ne kadar vahiy ve tebliğ kesilmiş olsa da, İslam tamamlanıp kemale erdiğinden dolayı Hz. Muhammed’in (s.a.v.) peygamberliği vefatından sonra da devam etmektedir. Nübüvvet ruhun sıfatı olup, hitap ruhadır. Ceset ise ancak aletten ibarettir. Hatta Peygamberimiz (s.a.v.) vefatından sonra da ruhen hayatta olup ümmetinin taati ve getirmiş olduğu salavat, ona müjdelenmektedir. Netice olarak peygamberimiz hem rasüllerin hem de nebilerin sonuncusudur. Ondan sonra nebi ve rasül gelmeyecektir. (Beyazizade, İşaretü’l-meram mi’n İbârâti’l- imâm, s. 324.) Nitekim Hz. Peygamber (s.a.v.) ‘Ben peygamberlerin sonuncusuyum, benden sonra peygamber yoktur’ (Buhari, Menâkıb 18; Ebu Davud, Fiten 1; Tirmizi, Fiten 43) buyurmuştur.” [4]

Hz. Peygamberin (s.a.v.) bu hususiyeti İslam’ın her dönemde değişmeden ve bozulmadan kalacağına delil teşkil eder. Zira bir şeyin değişmesi ya noksanlıktan ya da başka bir şeye ihtiyaç duyulmasından kaynaklanır. Hz. Peygamberin (s.a.v.) son peygamber olması öyle bir mükemmellik getirmiştir ki, bu mükemmellikte ne noksanlık ne de başka bir şeye ihtiyaç duymak söz konusu olmaz. İşte bu durum, noksanlığı, değişkenliği ve arayışı esas alan tarihselciliği çürütmek için yeterlidir.

– Hz. Muhammed (s.a.v.) Cihanşümul Bir Peygamberdir

Hz. Peygamberin (s.a.v.) bütün insanlığa gönderilmesi de İslam’ın tarih, yer ve zaman farkı gözetmeksizin bütün insanlığı şamil olduğunu ve bunun kıyamete kadar böyle kalacağını gösterir. Bu husus birçok delille sabittir.

“Diğer peygamberler sadece bir kavme veya topluluğa gönderildiği halde, Peygamberimiz bütün mahlûkata gönderilmiştir. ‘Biz seni bütün insanlara müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik.’ (Sebe: 9.) ve ‘Ey insanlar! Gerçekten ben sizin hepinize gönderilen Allah’ın Rasülüyüm’ (A’râf: 143.) mealindeki ayetler bunu açıkça beyan etmektedir. Peygamberimiz hayatında Araplardan başka diğer milletleri de İslam’a davet etmiş; Mısır, Habeş, Bizans ve İran’a İslam’a davet mektupları göndermiştir.” [5]

Bu ve benzeri deliller Hz. Peygamberin (s.a.v.) bütün insanlara gönderilmiş cihanşümul bir nebi ve rasül olduğunu ispatlamaktadır. Hz. Peygamberin (s.a.v.) cihanşümul olması; onun getirdiği dinin, yani İslam’ın bütün insanlığın tâbi olması gereken tek hak din olduğunu ve bu dinin her zaman ve mekânda bütün beşeriyetin ihtiyacına cevap vereceğini ayrı bir cihetten ispat etmektedir.

Bu konuda İslam âlimleri “ümmet” kavramına bir izah getirerek, Hz. Peygambere tâbi olanlara “ümmet-i icabet”, ondan sonra yaşayan bütün kavim ve milletlerden iman etmeyenlere de “ümmet-i davet” tanımlaması yapmışlardır. Buna göre dünyada henüz Müslüman olmamış insanların, kavim ve milletlerin tamamı “ümmet-i davet” kategorisinde bulunmaktadır; yani “ümmet-i icabet” noktasına gelebilmek için davete muhatap konumdadır.

Çünkü Allah nezdinde din tektir, o da İslam’dır. (Âl-i İmran: 19.) Mahiyeti, vasfı, adı ne olursa olsun, İslam’dan başka hiçbir din Allah indinde geçerli değildir; İslam dışındaki bir din tercihi kabul edilmeyecek ve bunu yapanlar ahirette hüsrana uğrayacaklardır. Bu büyük gerçek de Kur’ân’la (Âl-i İmran: 85.) sabittir.

Dolayısıyla Hz. Peygamberin (s.a.v.) cihanşümul, yani bütün insanlığa gönderilen bir peygamber olması da onunla gelen dinin kıyamete kadar devam etmesini zaruri kılar. Bu açıdan da tarihselliğin hiçbir kıymet-i harbiyesinin olmadığı izahtan varestedir.

– Hz. Muhammed (s.a.v.) İki Kavmin Peygamberidir

Hz. Peygamber (s.a.v.) iki kavmin peygamberidir. İki kavimden maksat insanlar ve cinlerdir. Bu sebeple peygamberimize “Rasûlü’s-Sekaleyn” denir.

Cenâb-ı Hak Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır:

“Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” (Zâriyât: 56.)

Hz. Peygamberin (s.a.v.) cinlere de peygamber olarak gönderilmesine dair Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyrulur:

“De ki: Cinlerden bir topluluğun (Benim okuduğum Kur’ân’ı) dinleyip şöyle dedikleri bana vahyolundu: Gerçekten biz doğru yola ileten, harikulade güzel bir Kur’ân dinledik. Biz de ona iman ettik. (Artık) Kimseyi Rabbimize ortak koşmayacağız.” (Cin: 143.)

Bu ayet-i kerimeden cinlerin de mükellef olarak Kur’ân’a göre amel etmek mesuliyetiyle karşı karşıya oldukları anlaşılmaktadır.

Bu durum da Hz. Peygamberin (s.a.v.) getirmiş olduğu dinin kıyamete kadar kuşatıcılığına ve bozulmadan devam edeceğine dair ayrı bir ispattır.

NETİCE

İslam’ı yıkmayı hedefleyen küresel küfür ve işgal projelerinden tarihselcilik çerçevesinde kaleme aldığımız bu seride ortaya konan delillerden özetle şunlar anlaşılmaktadır:

– Tarihselciler, ortaya koydukları bu ilim dışı, tutarsız tezleriyle İslam’ı (hâşâ) noksan ve yetersiz görmüş olmaktadırlar. Yukarıda beyan edilen deliller doğrultusunda böyle bir yaklaşımın küfür ve şirk olduğu kesindir.

– Bu tarihselciler Cenâb-ı Hakka zımnen “Sen çağın şartlarını bilemedin, ama biz biliyoruz ve ona göre hükümleri de biz koyarız” demiş olmakla müşrik olduklarını ayrıca tescil etmektedirler.

Bu halleriyle Allahü Teâlâ’ya din öğretmeye kalkışmış ve şu ayetin muhatabı olmuşlardır:

“(Ey Muhammed!) De ki: Siz Allah’a dininizi mi öğretiyorsunuz? Oysa Allah, göklerdeki ve yerdeki her şeyi bilir. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir.” (Hucurât: 16.)

– Tarihselcilerin, adeta putlaştırdıkları “çağın şartları” ve onlar için ikinci bir put olan “akıl”larının müşterekliği ile “İslam’ı beğenmeyip”(!) yeni hükümler ortaya koymaya kalkışmaları da “yeni bir din icadı” anlamına gelmektedir.

– Allah’ın dinine noksanlık izafe etmek, Allah’ın sıfatlarına noksanlık izafe etmek demektir. Tarihselcilik bu yönüyle de küfür ve şirk üreten bir mezbeleliktir.

– Tarihselcilik aynı zamanda “modern cehalet”tir; “cehli mürekkep”tir. Allah’a, onun noksansız sıfatlarına, İslam’ın ekmel olduğuna inanan hiçbir Müslüman tarihselci olamaz. Bir kimse kendini Müslüman diye tanımladığı halde tarihselciliği meşru bir yol olarak görüyorsa, onda bir iman sorunu var demektir.

Elhasıl tarihselcilik;

– Allah’ın ayetlerini hükümsüz bırakmaya çalışmak ve bu uğurda adeta yarış yapmaktır. (Sebe: 5, 38.)

– Kâfirlerin “Allah’ın nurunu ağızlarıyla söndürmek istemeleri”dir. (Tevbe: 32; Saff: 8.)

– Allah’ın hükmünden uzaklaşarak, bilerek ya da bilmeyerek cahiliye dönemi hükümlerine dönmeyi istemektir. (Mâide: 50.)

Hâlbuki Kâfirler istemese de Allah nurunu tamamlayacaktır. (Saff: 8.) Hüküm onundur. (Yûsuf: 40.) Hüküm verenlerin en iyisi odur. (Yûnus: 109.) Yaratmak da yönetmek de yalnız ona mahsustur. (A’râf: 54.)

Tarihselciliği yerle yeksan eden Kur’ân kavramlarından bu kadarıyla iktifa ediyor ve bu konuyu burada noktalıyoruz.

Cenâb-ı Hak bizi, tüm müminleri bu ve benzeri küfür ve şirk projelerinden muhafaza eylesin. 

 

[1] İslam Akaidi ve Kelâm, Doç. Dr. Hasan Gümüşoğlu, İstanbul, 2019, s. 329 -330.

[2] A.g.e., s. 327.

[3] A.g.e., s. 328.

[4] A.g.e., s. 331.

[5] A.g.e., s. 331.

 

0
mutlu
Mutlu
0
_zg_n
Üzgün
0
sinirli
Sinirli
0
_a_rm_
Şaşırmış
0
vir_sl_
Virüslü
BÜTÜN ZAMAN VE MEKÂNLARI İHATA EDEN KUR’ÂNÎ KAVRAMLAR – 5

Tamamen Ücretsiz Olarak Bültenimize Abone Olabilirsin

Yeni haberlerden haberdar olmak için fırsatı kaçırma ve ücretsiz e-posta aboneliğini hemen başlat.
Giriş Yap

Avrasya Haber ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!

Bizi Takip Edin