Maçka Şehit Eren Bülbül Anadolu İmam Hatip Lisesi İslam’ın İkinci Kaynağı “Hadis” adlı Panel Düzenlendi.
Maçka Şehit Eren Bülbül Anadolu İmam Hatip Lisesinde“İslam’ın İkinci Kaynağı Sünnet / Hadisler” konulu bir panel gerçekleştirildi.
Okulun konferans salonunda gerçekleşen panelde 11. Sınıf öğrencileri konuşmacı olarak görev aldı.
İki oturumdan oluşan panelin birinci oturumunu İHL Meslek Dersleri Öğretmeni Bayram Aygün, ikinci oturumunu da yine İHL Meslek Dersleri Öğretmeni Remzi Aydın yönetti.
Paneldeki konuşmacılar ve tebliğ konuları şöyle:
Sabah Oturumu
“İslam’ın İkinci Kaynağı Olarak Sünnet ve Hadisler”, FUNDA ŞAFAK
“Kur’ân-ı Kerim’e Göre Hz. Peygamber’in (s.a.v.) Konumu” CEMRE SU ASLAN
“Sünnetin Bağlayıcılığı Meselesi ve Sünnetin Vahiy Kaynaklı Olduğunu Gösteren Deliller” SAMİRA AYAR
“Hadis İlminin Sistemleşerek Günümüze Kadar Gelmesi” ÜLKÜ HİLAL YILDIRIM
Öğleden Sonra Oturumu
“Hadislerin Günümüze Sıhhatli Bir Şekilde Ulaşmasında Sahâbenin Kilit Rolü” İREM NUR ÖZTÜRK
“Hadisler Üzerinde Uyandırılmaya Çalışılan Şüphe ve Şâibeler” BERRA MÜFTÜOĞLU
“Hadisler Üzerinde Uyandırılmaya Çalışılan Şüphe ve Şâibeler” MELİSA HANİFE KURT
“Sünnet ve Hadisleri İnkârın Akaid Açısından Değerlendirilmesi” ELİF KARAYAVUZ
**
Öğrencilerin ve velilerin katılımıyla gerçekleşen panelin öğleden sonraki oturumuna Maçka İlçe Müftüsü Sinan Taşkıran, Uzman Vaiz Sefer Bostan ve İmam Hatip Burhan Yıldız da katıldı. Müftü Sinan Taşkıran ve Vaiz Sefer Bostan kısa birer selamlama konuşması yaparak böyle bir panelin yapılmasından ve bu panele davet edilmekten duydukları memnuniyeti ifade ettiler.
**
Tebliğlerden kısa bazı alıntılar:
“Sünnetin Bağlayıcılığı Meselesi ve Sünnetin Vahiy Kaynaklı Olduğunu Gösteren Deliller” başlıklı bir tebliğ sunan SAMİRA AYAR konuşmasında şu cümlelere yer verdi:
“Hz. Peygamber, Kur’ân’ı tebliğ, tebyin ve tatbik görevlerinin yanı sıra, Kur’ân dışında farz, vacip, haram, mekruh, mübah ve müstehap türünden olan bazı hükümler de getirmiştir. Şayet sünnetin vahiy mahsulü olmadığını düşünecek olursak, o zaman bütün bunları Hz. Peygamber’in vahyin dışında kendi arzusuyla ortaya koyduğunu söylememiz gerekecektir ki, bu da Peygamberimiz için muhal olan bir şeydir.
Hz. Peygamber’e değişik zamanlarda, farklı münasebetlerle Allah Teâlâ tarafından Kur’ân’a yansımayan bazı bilgiler vahyedilmiştir.
Zaten Kur’ân’da da vahyin sadece Kur’ân’a has olduğu ya da bütün vahiylerin Kur’ân’da yer aldığı gibi bir ifadeye rastlanmamaktadır. Önceki peygamberlere gelen vahiyler için de aynı durum söz konusudur. Kendilerine kitap verilen peygamberlerin bu kitapların dışında vahiy almadıkları yönünde Kur’ân’da bir ifade yoktur. Aksine, dikkatli bir gözle incelendiğinde, önceki peygamberlerin, kendilerine verilen kitaplar dışında da vahiy aldıkları görülecektir. Ayrıca kendine kitap verilmeyen peygamberlere sadece sözlü vahiy gelmiştir. Bunlar da vahyin bir kitapla sınırlandırılmasının ya da bir peygambere gelen tüm vahiylerin bir kitapta yer almasının gerekli olmadığını göstermektedir.
Bu son paragrafta verilen bilgiyi örneklendirmek isteriz:
Âl-i İmran Sûresinin 84. âyet-i kerimesinde şöyle buyurulur:
“De ki: Allah’a, bize indirilene (Kur’ân’a), İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a ve Yakuboğullarına indirilene, Mûsâ’ya, Îsâ’ya ve peygamberlere Rablerinden verilene inandık. Onlardan hiçbirini diğerinden ayırt etmeyiz. Biz ona teslim olanlarız.”
Görüldüğü gibi âyette, ismi geçen peygamberlere indirilenlere inanmamız emredilmektedir. Hâlbuki bu peygamberlerden Hz. Mûsâ (a.s.) ve Hz. Îsâ (a.s.) dışındakilere “Kitap” indirilmemiştir. Demek ki onlara başka türlü bir vahiy gönderilmiştir. Yani bizim vahy-i gayr-i metlüv dediğimiz, sünnet ve hadislerin de kaynağını teşkil eden vahiy…
*
Melisa Hanife Kurt:
“Hadisler Üzerinde Uyandırılmaya Çalışılan Şüphe ve Şaibeler” konulu tebliğinde hadis inkârcılarının iddialarından bir kısmını gündem edip cevaplayan Melisa Hanife Kurt sözlerini şöyle sonlandırdı:
“Hadisler üzerinde şüphe ve şaibe uyandırmaya çalışanların ortaya attığı başka iddialar da vardır. Ama hepsi de tıpkı burada ele aldıklarımız gibi mesnetsizdir, temelsizdir; mutlaka bir hile, bir tuzak, bir saptırma ihtiva etmektedir. Bizim milletimiz bir hadis duyduğunda “Ne bileyim gerçekten hadis olup olmadığını” demez; elini kalbinin üstüne götürerek salavat getirir, “Şefaat eyle ya Rasulüllah!” diye de ekler. Ben de âcizane bu programımız vesilesiyle Sevgili Peygamberimin şefaatini talep ediyor ve sözlerimi şairin şu meşhur mısralarıyla sonlandırıyorum:
Sende insan ve toplum, sende temel ve bina / Ne getirdin götürdün, bildirdinse amenna!”
*
“Hadislerin Günümüze Sıhhatli Bir Şekilde Ulaşmasında Sahâbenin Kilit Rolü” adlı tebliği sunan İREM NUR ÖZTÜRK ise konuşmasını şu cümlelerle noktaladı:
“Bu din sahabeye güven esası üzerine kurulmuştur. Elbette ki bu güven körü körüne bir kabul değildir; Kuran ve Sünnete istinat etmektedir. Nitekim delillerine konuşmam içinde işaret etmiş bulunuyorum. Bu sebeple Müslümanların dinlerine olan güvenlerini sarsmak isteyenlerin sahabeye saldırmasında -onlar adına- şaşılacak bir şey yoktur. Böyle itham ve iftiralar karşısında Müslüman basireti şöyle düşünmeyi gerektirir:
Mademki Allah Yüce İslam’ı kıyamete kadar bozulmayacak, her zaman ve mekânda geçerli olacak son hak din olarak gönderdi; o halde onu ilk nesilden son nesile kadar sevdiği, seçtiği, özel olarak yetiştirilmiş kadrolar eliyle koruması aklî bir zorunluluktur. Sahabe de bu zincirin ilk halkasıdır.
Evet, akıl, insaf, vicdan, basiret ve firaset böyle düşünmeyi, böyle hükmetmeyi, böyle inanmayı gerektirir.
Ne mutlu o zinciri kırmaya çalışanlara karşı, onun kendi zaman ve mekânındaki halkasında zerre kadar da olsa bir yer edinebilenlere!
Bu mütevazı programımızın bu salonda bulunan herkes için buna vesile olması dileklerimle hepinizi saygıyla selamlıyorum.”
*
“Sünnet ve Hadisleri İnkârın Akaid Açısından Değerlendirilmesi”başlıklı tebliğ sunan ELİF KARAYAVUZ’un konuşmasından bazı kesitler:
Hadisi inkâr, kişiyi Hz. Peygamber’i (s.a.v.) ve nübüvveti inkâra sürükler. Böylelerinin Müslüman kalmaları mümkün değildir.
Kendilerine Kur’âncı diyenler isteseler de istemeseler de günümüzde olduğu gibi Kur’ân’ı da saptırır, tahrif ederler. Bunlar, kendi evham, kuruntu ve hasta akıllarını din yerine koyan zavallılardır.
Allah Kur’ân’da Hz. Peygamber’in (s.a.v.) âyetleri, yani dini açıklama vazifesi olduğunu haber vermiştir. Hadisleri ve sünneti delil saymayanlar, bu âyetleri de kabul etmemiş olacaklarından hadis inkârcılığı bu yönüyle de küfürdür.
Hadis ve sünnet inkârcılığını projelendirenler, kendi bâtıl dinlerinin gereğini yapmak üzere İslâm’a suikast kurmuşlardır. Peki, Müslümanlık iddiasında olmalarına rağmen onların sözcülüğünü yapan zavallıların derdi nedir? Neden câhilce ve şuursuzca, ateş böcekleri gibi cehenneme sürüklenmektedirler? Bunu anlamak mümkün değildir.
Sözlerimizi hem kendimize hem bu sapkınlara bir tavsiye olarak, dua şeklindeki şu âyet-i kerime meâliyle bitirmek isteriz:
“Ey Rabbimiz! Bize ihsan ettiğin hidâyetten sonra kalplerimizi haktan saptırma, bize kendi katından rahmet ihsan eyle! Şüphesiz ki, sen bol ihsan sahibisin.” (Âl-i İmran: 8.)