Trabzon 1. Dünya Savaşı yıllarında savaşın maddi, manevi ve askeri bütün olumsuz koşullarını iliklerine kadar hissetmiş bir şehirdir. Özelikle de 1916-1918 yılları arasında işgali yaşamış, muhacir olmuş ve çok acılar çekmiştir. Dünyanın ikinci büyük savaşı olan 2. Dünya harbinde ise ülke olarak savaşa girmememize rağmen,bu durum memleketimizde ekonomik açıdan büyük sıkıntılar yaşanmasına engel olamamıştır.

Türkiye savaşa dâhil olmadığı hâlde, Trabzon 2. Dünya savaşında sivil şehit vermiştir. Sene 1942, Sürmene limanına bağlı Hamdi Karabacak idaresindeki motor, Giresun’dan Sürmene’ye giderken deniz üstünde yüzen yuvarlak bir cisim görmüş ve bunu şamandıra zannederek motoruna almıştır.

RESİM: Sürmene iskelesi ve yük taşıyan mavnalar

Motor Civera(Balıklı Köyü) İskelesine yanaşınca üzerindeki yük boşaltılmış ve son kalan eşyalardan olan bu yuvarlak cisim kumsala fırlatılmıştır. Bu sırada dehşetli bir patlama olmuş ve karşılayıcılardan kaptan Hamdi’nin iki çocuğu ile beraber beş kişi ölmüş ve birkaç kişi de ağır yaralanmıştır. Yine aynı yıl bu sefer Hopa’da karaya bir mayın vurmuş ancak herhangi bir zayiat olmamıştır.

1942 senesinde denizde yüzen ve Trabzon’un kıyılarına kadar gelen bu mayın 1. Dünya savaşı yıllarına ait bile olabilir. Bu yazıyı okuyunca Rusya Ukrayna savaşında denize döşenen mayınları hatırlıyoruz. İnşallah bunlar bizim kıyılarımıza ulaşıp bir kazaya neden olmaz diye temenni ediyoruz. Fakat asıl korkuncu savaşan iki ülkenin nükleer silah kullanmasıdır ki Allah korusun böyle bir savaşın dünyaya maliyeti çok ağır olacağını söylemeye bile gerek yok.

MANGAL BAŞI SOHBETLERİ

RESİM: Zeytinlik Mahallesi: solda evimiz, sağda Cudibey İlkokulu ve karşıda Zeytinlik Camii Tanjant yolu geçince hepsi yıkıldı

Bizim çocukluğumuzda, hadi söyleyelim 1970’li yıllarda Zeytinlik Mahallesindeki evimizde babaannemizin odasında büyük bir bakır mangalın odanın bir köşesinde bulunduğunu hatırlıyorum. Ancak onun başına ailecek toplanıp ısındığımızı pek hatırlayamadım. Demek ki 70’li yıllarda bu da mazi olmuştur. Gazeteci Şevket Çulha Trabzon’daki Mangal kültürünü konu ettiği 1940 tarihli yazısında konuyu şöyle anlatır:

“Eskiden mangal kenarını lalezara (lale bahçesine) benzetirlerdi. Yanlış mı? Bence doğru. Kırmızılı, morlu kilimlerle döşeli bir kış odasının ortasında, pırıl pırıl parlayan, sarı kulplu, kızıl renkli bir mangal düşününüz. İçinde kumul kumul közler, kenarında tırtıllı sarı maşa ve cezve… Yerde mangal tepsisinin altına serili dört köşe yaygı ile ne kadar hoş ve ne kadar iç alıcıdır; mangal.

Dörtköşe yaygı, mangalın hararet hudududur. Bunun üzerine çepeçevre sıralanan hane halkı şöyle bir tertipte yer alır: Kapıya karşı minderin üstünde (Haminne), yanında (Beyba), yanında (Haremi veya halilesi), yanında (Ekber evlat), yanında diğer çocuklar ve kalan ara yerde hizmetçi kız.

Mangalı deşmek haminnenin vazifesidir. Ona kimse el dokunamaz. Her saat geçtikçe közler açılır. Son ateş yatsı namazından sonra söndürülür, sabaha saklanır. Bir aileyi kış gecesinde derleyip toplayan, şenletip ısıtan mangal ve kenarı lalezar değil de nedir? Bu mangal sefasını bilenler mangal kenarının lalezar olduğuna dair eskilerimizin verdiği hükme “elhak doğrudur” demekten kendini alamazlar. Kış geliyor. Bu mevsim sobası, odunu, mangalı, kömürü olanlara lalezar; olmayanlara ahüzar…”

Bugün evlerimizde ne mangal kaldı ne mangal başı sohbetleri. Mangalla ısınmayı özleyen olduğunu da sanmam. Şimdi evlerin çoğu kaloriferli. Artık ailenin akşamları bir odada toplanma devri de bitti. Hele cep telefonu ve sosyal medya, aynı odada bulunmayı bile anlamsız hâle getirdi. Zira sohbet etmek için birbirinin yüzüne bakmak gerekir. Şimdi eldeki telefona bakmaktan kimse kimseyi görmüyor artık!

NEREDE O ESKİ BAYRAMLAR

Her neslin hatıralarında “eski bayramlar”  özlemi vardır. Biz eski bayramları özleriz eskiler daha eski bayramları, eskiler en eskilerini…Trabzon’da 1941 senesinde kahve köşelerinde sohbet edenler de aynı konuyu konuşurlar. Birisi söyler: “Yaş, sekseni buldu, altı yaşımdan beri 148 bayram gördüm, neler, ne hatıralarım vardır bilseniz” der. Öbürü, “Saçım seninkinden daha fazla ağardı, amma ben yetmiş altıdayım. Bende de çok hatıralar var. Binmedik dolap, çarkıfelek mi kaldı” diyerek eski Trabzon bayramlarını anlatmaya başlar:

“Zeytinyağı ile sıvanmış ne pehlivanlar, alaturka güreşler, ortasında davul, zurna çalan, daire kuran ne horonlar gördük. At koşturur, merkebi (eşeği) tırısa kaldırır, yarışa çıkardık. Kavakmeydan hakikaten bir âlemdi.”

RESİM: Kavak Meydanı

Neden Kavakmeydan? Çünkü mazideki Trabzon’un en eski bayram yeri daha eskilerin Kabakmeydan’ı dediği, şehrin batısında Trabzon Lisesinin önündeki büyük meydandır. Askeri talimler bu meydanda yapılır, spor müsabakaları bu meydanda gerçekleşir, hele bayram günleri bu meydan tam bir karnaval yeridir. 1941 senesinde 81 yaşında olan yaşlı adam Trabzon’daki bayram günlerini anlatmaya devam eder:

“Afyon verilip sersemletilen büyük korkunçyılanlar, demir kafeslerde Trabzon’a getirilen aslan ve kaplanlar 40 paraya teşhir edilirdi. Harçlığımız tükenince, elini öpmediğimiz kimler kaldı diye düşünür, araştırırdık. Nikâhlı kızlara boynuzlu, yaldızlı, aynalı, kurdeleli, süslü püslü kurbanlıklar giderdi. Sapından tutup yaladığımız elma şekerleri yüzümüze gözümüze bulaşır karnavala dönerdik. Yeni ayakkabı, yeni elbiselerin içinde püskülü yana sarkıtarak çalım satardık. Sokak başlarında besili Hint horozları dövüştürür, yüzlerce seyirci toplar, ipek peçelerin altından gönül ortağı arardık.Şimdi ise morukladık değilmi? Dedemin elini öptüğüm bir bayram, bana “Nücum ve muammer olasın evladım” (yüksek yerlere gelesin, uzun ömürlü olasın) demişti. Amma ne gezer bizde o talih ve istikbal.

76 yıldan beri ne bayramlar ne devir ne safhalar, seyranlar gördük.Ne büyük işler görüldü ne değerli adamlar geldi ve geliyor. Şehirlerin çehresi değişti. Saymakla tükenmez ne yenilikler oldu. Belediye (Meydan) Parkının develere yatak yeri olduğu zamanı hatırlarım.” Yine 1940’lı yıllarda bayram günleri şehirde top atışlarının yapıldığını anlıyoruz.

Şimdi devir değişti. Eskiden bayram olunca sadece anne baba ve dede gibi büyükler değil konu komşu da ziyaret edilir, bayramları kutlanırdı. O günlerde geride kaldı…

RESİM: Kavakmeydan da bayram etkinlikleri

HARTAMADAN KİREMİTE

Hartama kelimesini çoktan unuttuk. Hartama, Doğu Karadeniz Bölgesi’nde çok sık kullanılan köknar ağacı veya daha çok ladin ağacından elde edilen ve çatılarda kiremit veya günümüzde kullanılan ‘şıngıl’ denilen malzeme gibi kullanılan bir çatı malzemesiydi. Bir nevi ince tahta anlamına gelir.

RESİM: Sumela manastırında hartama çatılı evler

Kiremit Karadeniz’de yaygınlaşmadan önce Karadeniz köy ve yayla evlerinin vazgeçilmez çatı örtüsü olan hartama ladin ya da köknar ağacından yapılır, evleri yağmurdan korurdu. 1940’lı yıllarda bile Trabzon’daki köylerin büyük bir bölümünde çatıda kiremit bulunmaz, kiremitli evlere nadiren rastlanırdı. Üstelik ağaçtan hartama çıkarmak da öyle herkesin harcı değildi. Trabzon’un en eski gazetecilerinden merhum Cemal Rıza Çınar (Osmanpaşaoğlu) “Hangi çamdan hartama çıkarılacağına ormanlarda 100 sene balta sallamışların bile keşfedemeyeceğinden” dem vurur ve ağacı kesip devirmeden hartama çıkıp çıkmayacağının anlaşılamayacağını söyler.

Anlaşılan o yıllarda Trabzon’daki 580 köyde, yapılan evlerin çatılarını örtmek için,  ormanlardan kesilen milyonlarla ifade edilen ağaç kullanılmış.Trabzon ormanları, bu çatı kaplaması yüzünden epey tahrip edilmiş olmalı. Ayrıca bu işin asırlarca sürdüğü, ilin ormanlarının kesilen ağaçlar nedeniyle meraya döndüğü biliniyor.

RESİM: Mazideki Trabzon’un kiremit çatılı evleri

Ahşap çatılar yerlerini 1940’ların sonlarından itibaren tenekeye, 1960’lardan sonra ise kiremite ve oluklu saç çatılara bırakmıştır.   Osmanlı Salnamelerine baktığımızda 1800’lü yıllarda Trabzon’da bir kiremithane görülmekle birlikte demek ki şehrin ihtiyacına yetecek bir üretim yapılamıyordu.