BÜTÜN ZAMAN VE MEKÂNLARI İHATA EDEN KUR’ÂNÎ KAVRAMLAR – 3

featured
service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala
Ali Değermenci

BÜTÜN ZAMAN VE MEKÂNLARI İHATA EDEN KUR’ÂNÎ KAVRAMLAR – 3

“De ki: Hak geldi, batıl yok oldu. Şüphesiz batıl, yok olmaya mahkûmdur.” (İsrâ: 81.) 5- “HAK” KAVRAMI

“De ki: Hak geldi, batıl yok oldu. Şüphesiz batıl, yok olmaya mahkûmdur.” (İsrâ: 81.)

5- “HAK” KAVRAMI

Kur’ân’ın Allah kelamı olarak değişmezliğine ve ebediyen geçerli olduğuna delil teşkil eden Kur’ânî kavramlardan biri de “hak” kavramıdır.

Hak, sözlükte masdar olarak “gerçek, sabit ve doğru olmak, gerekmek; bir şeyi gerçekleştirmek; bir şeye yakînen muttali olmak” anlamlarına gelir. İsim olarak ise “inkârı mümkün olmayacak kesinlikte gerçek (sabit) olan şey” demektir.

“Râgıb el-İsfahânî, hakkın asıl manasının “mutabakat ve muvafakat” olduğunu belirttikten sonra âyetlerden örnekler vererek başlıca dört anlama geldiğini belirtir: 1. Bir şeyi hikmetin gereğine uygun olarak icat eden; bundan dolayı hak Allah’ın bir ismi veya sıfatı sayılmıştır. 2. Hikmetin gereğine uygun olarak yapılan iş; Allah’ın bütün fiilleri bu anlamda haktır. 3. Bir şeye aslına uygun ve doğru olarak inanma, bu şekilde kazanılmış inanç, bilgi. 4. Gerektiği şekilde, gerekli ölçüde ve gereken zamanda meydana gelen iş.” [1]

Hak kelimesindeki manaları ayrıca şu dört kategoride toplamak da mümkündür:

1- Allahü Teâlâ’nın esmasından biri olarak “Hak” ism-i şerifi,

2- Mahiyeti değişmeyen, gerçek, yani hakikat,

3- Yaptığı iş, fiil veya kalbî ve aklî görüş sebebiyle bir kimsenin layık olduğu sonuçla karşılaşması ki, bu “müstehak” anlamındadır,

4- Bir kimseye ait olan vazife, maddi manevi nimet, mal, mülk gibi “onun hakkı” manasındaki kullanım.

Bu maddelerde geçen “hakikat” yahut “gerçek” anlamındaki “hak”ta zamana, mekâna veya başka bir sebebe bağlı olarak değişiklik olmaz. Mesela iki artı iki dört eder. Bu, ilk insandan günümüze kadar herkesin ittifak ettiği, hiçbir şartla değiştirilemeyecek bir hakikattir. Bu gerçeği laboratuvar şartlarında ispat etmek de mümkün değildir ve buna lüzum da yoktur. Çünkü bu aklî / riyazi bir gerçek; insan fıtratından kaynaklanan zaruri bir bilgidir.

Peki, “Kur’ân haktır, ayetler haktır” ne demektir? Elbette ki, “Kur’ân ve hükümleri değişmez ve ebediyen geçerlidir” demektir.

Meselenin daha iyi anlaşılabilmesi için bu kavramın Kur’ân’da nasıl geçtiğine dair bazı misaller verelim:

Kur’ân-ı Kerim hak kavramı üzerinde önemle ve ısrarla durmakta, Kur’ân’ın hak ile indirildiğini beyan etmektedir:

“Bu da, Allah’ın, Kitab’ı hak olarak indirmiş olması (ve onların bunu inkâr etmesi) sebebiyledir. Kitap konusunda anlaşmazlığa düşenler ise derin bir ayrılık içindedirler.” (Bakara: 176.)

Yine Kur’ân, hak kavramının kesin gerçeği ifade ettiğini ve bunda hiçbir tereddüdün olmaması lazım geldiğini beyan etmektedir:

“Hak Rabbindendir. O hâlde, sakın şüphe edenlerden olma.” (Al-i İmrân: 60)

Keza Kur’ân’da Allahü Teâlâ ve Kur’ân’ın kendisi de hak olarak nitelendirilir:

“Bu böyle. Çünkü Allah, hakkın ta kendisidir. O’nu bırakıp da taptıkları ise batılın ta kendisidir. Şüphesiz ki Allah yücedir, büyüktür.” (Hac: 62.)

“…And olsun ki, sana Rabbinden hak gelmiştir. O hâlde, sakın şüphe edenlerden olma!” (Yunus: 94.)

“İnsanlar arasında Allah’ın sana bildirdiği şekilde hükmetmen için biz sana Kitabı hakkın ta kendisi olarak indirdik.” (Nisâ: 105.)

“İman edenlere tam bir sebat vermek ve Allah’a teslimiyet gösterecek Müslümanlara bir hidayet ve müjde olmak üzere Kur’ân’ı Rabbin tarafından hak olarak getiren Ruhu’l- Kudüs’tür.” (Nahl: 102.)

“Biz Kur’ân’ı hak olarak indirdik. O da hakkın ve gerçeğin ta kendisi olarak indi.” (İsrâ: 105.)

“De ki: Hak geldi, batıl yok oldu. Şüphesiz batıl, yok olmaya mahkûmdur.” (İsrâ: 81.)

Hak olan İslam ve Kur’ân, her zaman ve her yerde batıla galip gelecektir. Şu ayet de bu manaya vurgu yapmaktadır:

“Hayır, biz hakkı batılın üzerine atarız da (o, onun) beynini parçalar. Bir de bakarsın (batıl) yok olup gitmiş. Allah’a karşı yakıştırdığınız nitelemelerden dolayı yazıklar olsun size!” (Enbiya: 18.)

Bütün bu ayetlerden ortaya çıkan muhteva şu gerçeği ifade etmektedir:

Kur’ân ve İslam, hak olarak geldiği gibi, her devir ve dönemde, kıyamete kadar da yine hak olarak var olacaktır. Hal böyleyken onun tahvil, tebdil, tağyir veya tahrife konu olması düşünülemez. Kur’ân’ın bu özelliği, tarihselliği kendiliğinden hurafeler çukuruna yuvarlamaktadır.

6- “FITRAT” KAVRAMI

Kur’ân’da ve hadislerde vurgu yapılan “fıtrat” kavramı da Kur’ân’ın ve İslam’ın hak olduğuna, değişmeyeceğine, ebediyen geçerli olduğuna delil teşkil etmekte; tabiatıyla da değişimi esas alan tarihselcilik fitnesinin batıl olduğunu ispat etmektedir.

“Fıtrat kelimesi “yarmak, ikiye ayırmak; yaratmak, icat etmek” mânalarına gelen fatr kökünden isim olup ‘yaratılış, belli yetenek ve yatkınlığa sahip oluş’ anlamında kullanılır. İlk yaratılış, bir bakıma mutlak yokluğun yarılarak içinden varlığın çıkması şeklinde telakki edildiğinden fıtrat kelimesiyle ifade edilmiştir. Buna göre fıtrat ilk yaratılış anında varlık türlerinin temel yapısını, karakterini ve henüz dış tesirlerden etkilenmemiş olan ilk durumlarını belirtir. Bütün varlığın yaratılışı sırasında Allah’ın türlere kazandırdığı bu temel yapıdan dolayı aynı kökten gelen fâtır kelimesi Kur’an’da Allah’ın isimlerinden biri olarak zikredilmiştir. [2]

İlgili ayet mealen şöyledir:

“Ey gökleri ve yeri yaratan (fâtira’s semâvâti ve’l-arz)! Dünyada ve ahirette sen benim velimsin. Benim canımı müslüman olarak al ve beni iyilere kat.” (Yusuf: 101)

Aşağıdaki ayet-i kerime ise fıtrata uyan dinin hanif / tevhid dini olduğunu ve insan fıtratının bu inanca meyyal yaratıldığını anlatmaktadır:

“Sen yüzünü hanîf olarak dine, Allah insanları hangi fıtrat üzere yaratmışsa ona çevir.” (Rûm: 30.)

Aynı manayı şu hadis-i şerifte de görüyoruz:

“Dünyaya gelen her insan fıtrat üzere doğar; sonra anne ve babası onu Yahudi, Hristiyan, Mecûsî yapar.” [3]

Anlaşılacağı üzere fıtrat insan yaratılışındaki değişmezliği ifade etmekte ve onun bu özelliği hak ve hakikat kaynağı olduğuna delil teşkil etmektedir.

Mesela insan fıtratı -hastalanmadığı takdirde- ilme rağbet eder, cehalete kıymet vermez. Adaleti destekler, zulümden razı olmaz. İnsanı ihya ve dünyayı imarı hoş görür, öldürmeyi ve harap etmeyi hoş karşılamaz.

Yine fıtratın bir tezahürü olarak akıl, olaylarda sebep – sonuç ilişkisi arar. Neden ve niçin sorularını sorma ihtiyacı hisseder. Hak ve hakikati bulunca da mutmain olur. Bütün bunlar fıtratın, yani yaradılıştan gelen ilahî yapının ilim kaynağı olduğunu ve değişmeyeceğini gösterir.

Fıtratın değişmezliği birçok ilmin de kaynağını oluşturur. Mesela mantık ilmi, matematik, geometri, hesap hendese, yani bütün riyazi ilimler, ayrıca psikoloji ve sosyoloji gibi ilimler, hep insan fıtratının değişmezliğine istinat eder.

Yine aynı sebeple, kelam ilminde iki ana delil, fıtrat gerçeği üzerine bina edilmiştir. Bunlardan biri “fıtrat delili”, diğeri “kabul-i amme delili”dir.

Fıtrat delili, ismi üzerinde insanın yaratılışından gelen özelliklerini mesnet alır. İnsan, fıtratının değişmez bir özelliği olarak iman etme ihtiyacı hisseder ve bu meyanda büyük bir arayış sergiler.

Fert planındaki fıtrat delilinin içtimai hayattaki karşılığı kabul-i amme delilidir. Kabul-i amme, toplumun ortak kabulü demektir. Toplumlar da, yapıtaşları olan insanlar gibi dinsiz yaşayamaz. Tarih boyunca dinsiz toplum görülmemiştir. Puta tapınmak bile inanma ihtiyacının çarpık bir şekli olarak tezahür eder.

Bütün bu gerçekler doğrultusunda fıtrat kavramı da değişimi esas alan tarihselcilik hezeyanını reddetmekte ve çürütmektedir.

Fıtratı yaratan ve karakterini belirleyen Allah’tır. Yarattığı bu fıtratı bütün detaylarıyla bilen Allah, dininin hükümlerini de hak ve adalet ölçüleri doğrultusunda bu fıtrata göre vaz’ettiğinden, fıtratla ilahî hükümler tam bir uyum / muvazene içindedir. Beşer planında arzulanan huzur, sükûn ve saadet de ancak bu uyumla temin edilmiş olur.

Bütün bunların temelinde Allah’ın her şeyi bilmesi ve her şeyi bir nizam ve ilim üzere yaratması vardır. Bu noktada şu ayet-i kerime ne kadar da önemlidir:

“Yaratan bilmez mi? O, Latif’tir (en gizli şeyleri bilir), Habir’dir (her şeyden hakkıyla haberdardır).” (Mülk: 14.)

Bu ayetin sonunda geçen iki isimden biri Latif, diğeri Habir’dir. Bu iki ismin birlikte gelmesi büyük bir hakikate işaret eder; o da şudur:

Evet, mutlak ilim sahibi olan Allah her şeyden haberdardır. Ama bu haberdar olma hali, işlerin ve nesnelerin bütün detaylarına, inceliklerine, hikmetlerine künhüyle vâkıf olacak ve hata ya da noksanlığa fırsat vermeyecek şekilde mükemmeldir. Dolayısıyla Habir ve Latif olan Allah’ın vaz’ettiği, kulları için seçip beğendiği din de ekmeldir. Yani ne noksanı ne de fazlalığı olmayıp mükemmeldir.  

Sonuç olarak fıtrat da, ona mutabık olarak gönderilmiş ilahi hükümler de değişimden uzaktır. Değişim noksanlıktan, bozukluktan ya da ihtiyaca cevap verememekten kaynaklanan bir arayışı ifade eder. Mükemmellik ise değişim ve arayışa ihtiyaç bırakmaz. Bu yönüyle de tarihselcilik cehalet, haddini bilmezlik, şuursuzluk ve sapkınlık ifadesi olarak hakka isyan anlamına gelmektedir. Bu sebeple de yeri ancak ve sadece hurafeler çöplüğüdür.

7- “HUDUDULLAH” KAVRAMI

Kur’ân’da geçen hududullah tabiri de tarihselciliği reddeder.

Hududullah, “Allah’ın tayin ettiği sınırlar” demektir.

Bakara: 229. Ayette hududullah şöyle anlatılır:

“…İşte bunlar Allah’ın tayin ettiği sınırlardır ki sakın onları aşmayasınız. Her kim Allah’ın hudutlarını aşarsa işte onlar zalimlerin ta kendileridir.”

Bu ayet-i kerime evlilik hukukuyla ilgili olup boşamaya dair bilgiler ihtiva etmektedir. Böyle bir konunun devamında hududullahın / Allah’ın sınırlarının korunmasından bahsedilmesi, Allah’ın dininin ister ferdî, ister içtimaî olsun hayatın her sahasını kuşattığını; kulların, hayatlarını bütünüyle Allah’ın hudutlarına göre şekillendirmek ve yaşamak mükellefiyetinde olduklarını gösterir. Allah’ın hudutlarını aşmak öyle büyük bir tehlikedir ki, bu tehlikeden korunmak için o sınırlara yaklaşmamak da ayrıca emredilmiştir. Yine evlilik hayatı ve oruçla ilgili bir ayet-i kerimenin sonunda şöyle buyrulur:

“…Bunlar, Allah’ın koyduğu sınırlardır. Bu sınırlara yaklaşmayın. Allah, kendine karşı gelmekten sakınsınlar diye, ayetlerini insanlara böylece açıklar.” (Bakara: 187.)

Hz. Peygamber (s.a.v.) de hududullaha riayet hususunda ümmetini uyararak şöyle buyurmuştur:

“Şurası muhakkak ki, haramlar apaçık bellidir, helaller de apaçık bellidir. Bu ikisi arasında (haram veya helal olduğu) şüpheli olanlar vardır. İnsanlardan çoğu bunları bilmez. Bu durumda, kim şüpheli şeylerden kaçınırsa, dinini de, ırzını da tebrie etmiş olur. Kim de şüpheli şeylere düşerse harama düşmüş olur, tıpkı koruluğun etrafında sürüsünü otlatan çoban gibi ki, her an koruluğa düşebilecek durumdadır. Haberiniz olsun, her melikin bir koruluğu vardır, Allah’ın koruluğu da haramlarıdır. Haberiniz olsun, cesette bir et parçası var ki, eğer o sağlıklı olursa cesedin tamamı sağlıklı olur, eğer o bozulursa, cesedin tamamı bozulur. Haberiniz olsun bu et parçası kalptir.” [4]

Bu hadis-i şerif Allah’ın tayin ettiği bütün hudutlara riayet edilmesini şart koştuğu gibi, şüpheli olan hususlardan da kaçınmayı emir ve tavsiye etmektedir.

Keza şu hadis-i şerifler de aynı şekilde hududullaha riayetin önemine işaret etmektedir:

“Sizden bazı kimselere ne oluyor da Allah’ın hudûduyla oyun oynar gibi hanımına ‘Seni boşadım, vazgeçtim (rücû’ ettim), yine boşadım’ diye konuşuyor.” [5]

Kur’ân’da hududullaha riayet bir iman göstergesi olarak anlatmaktadır:

“İşte bunlar Allah’ın sınırlarıdır. Kim Allah’a ve Rasulüne itaat ederse Allah onu içinden ırmaklar akan cennetlere ebedi kalmak üzere yerleştirir. İşte bu en büyük kurtuluştur. Kim de Allah’a ve Rasulüne isyan eder, Allah’ın sınırlarını aşarsa, Allah onu da ebedî kalmak üzere ateşe koyar. Hem onu zelil ve perişan eden bir azap vardır.” (Nisa: 13 – 14.)

Bu iki ayet-i kerimede Allah’ın hudutlarına itaat etmemenin karşılığının ebedi azap olarak haber verilmesi, bu hudutları kabul etmemenin küfür olmasındandır.

O halde Allah’ın hudutlarını ifade eden bütün Kur’ân ahkâmına, aynı şekilde hüküm ifade eden yahut Kur’ân hükümlerini açıklayan bütün hadislere gönülden bir teslimiyetle uyulmalı; asla bu hükümler esnetilmeye, tahrif, tahvil, tebdil veya tağyir edilmeye kalkışılmamalıdır.

Şimdi bir düşünelim:

Hududullah, yani Allah’ın sınırlarıyla ilgili bütün bu ayet ve hadisler, bize bu sınırların değiştirilemezliğini haber verirken, hükümlerin zamana göre değişebileceğini ve hatta değişmesi gerektiğini, böyle bir değişimin zaruri olduğunu iddia eden tarihselcilik nasıl makul görülebilir?

Görüldüğü gibi bir Kur’ân kavramı olan “hududullah” da tarihselciliği yerle yeksan etmektedir.

 

[1] https://islamansiklopedisi.org.tr/HAK

[2] https://islamansiklopedisi.org.tr/fitrat

[3] Buhârî, “Cenâʾiz”, 79, 92; Müslim, “Ḳader”, 22-25.

[4] Buharî, İman 39, Büyû 2; Müslim, Müsakat 107; Ebu Davud, Büyû 3; Tirmizî, Büyû 1; Nesâî, Büyû 2.

[5] İbn Mâce, Talâk, 1.

0
mutlu
Mutlu
0
_zg_n
Üzgün
0
sinirli
Sinirli
0
_a_rm_
Şaşırmış
0
vir_sl_
Virüslü
BÜTÜN ZAMAN VE MEKÂNLARI İHATA EDEN KUR’ÂNÎ KAVRAMLAR – 3

Tamamen Ücretsiz Olarak Bültenimize Abone Olabilirsin

Yeni haberlerden haberdar olmak için fırsatı kaçırma ve ücretsiz e-posta aboneliğini hemen başlat.
Giriş Yap

Avrasya Haber ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!

Bizi Takip Edin